Doğa Tek Bir Bütün Olarak Temsil Edilir

Canlı dünya ile cansız dünya arasındaki iç ilişkilerin incelenmesi, yani ekoloji olarak bilinen çalışmalar, ancak son 150 yılda titiz ve yöntemli bir bilimsel araştırma konusu oldu. “Ekoloji” terimi 1866’da Alman evrim biyologu Ernst Haeckel tarafından icat edildi ve Yunanca ev ya da mesken anlamına gelen oikos sözcüğü ile inceleme ya da söylem anlamına gelen logos sözcüğünden türer. Ama modern ekolojik düşüncenin öncüsü olarak, Alman bilgin Alexander von Humboldt kabul edilir. Kapsamlı keşif gezileriyle ve yazılarıyla Humboldt yeni bir bilim yaklaşımı geliştirdi. Bütün fiziksel bilimleri birbiriyle ilişkilendirerek ve en son bilimsel donanımı, ayrıntılı gözlemleri ve eşi görülmemiş ölçekte titiz veri analizleri kullanarak doğayı birleşik bir bütün şeklinde anlamaya çalıştı.

Timsahın Dişleri

Humboldt’un holistik yaklaşımı yeni olmasına rağmen, ekoloji kavramı, MÖ 5. yüzyılda Herodotos gibi eski Yunan yazarların ilk doğa tarihi araştırmalarından gelişti.

Mutualizm olarak bilinen karşılıklı bağımlılığa ilişkin ilk anlatımların birinde Herodotos, Mısır’da Nil kıyısında ağızlarını açıp kuşların dişlerini temizlemesine izin veren timsahları tarif eder.

Bir yüzyıl sonra, Yunan filozof Aristoteles ve öğrencisi Theophrastus’un türlerin göçü, dağılımı ve davranışı üzerine gözlemleri, ekolojik niş – doğada bir türün yaşam tarzını şekillendiren ve o yaşam tarzı tarafından şekillendirilen tikel yer – kavramının erken bir versiyonunu verdi. Theophrastus bitkiler üzerine kapsamlı araştırmalar yapıp yazılar yazdı; bitkilerin yetişmesi ve dağılımı bakımından iklimin ve toprağın önemini fark etti. Onların düşünceleri sonraki 2000 yıl boyunca doğa felsefesini etkiledi.

Doğanın Birleştirici Kuvvetleri

Humboldt’un doğa yaklaşımı, geç 18. yüzyılda, bir bütün olarak dünyayı anlamada duyuların, gözlemin ve deneyimin değerini vurgulayarak rasyonalizme tepki gösteren Romantik geleneği izledi. Çağdaşı şairler Johann Wolfgang von Goethe ve Friedrich Schiller gibi Humboldt da, doğanın – doğa felsefesinin ve insan bilimlerinin – birliği (Almancada Gestalt) düşüncesini destekledi. Araştırmaları anatomi ve astronomiden; mineralojiye ve botaniğe, ticarete ve dilbilime kadar uzandı ve doğal dünyayı Avrupa sınırlarının ötesinde araştırması için gerekli bilgi derinliğiyle donandı.

Humboldt’un dediği gibi, “-Egzotik bitkilerin, bir herbaryumdaki kuru türlerin bile, görüntüsü imgelemimi ateşledi ve güney ülkelerindeki tropikal bitki örtüsünü kendi gözlerimle görmeye can attım.” Fransız botanikçi Aime Bonpland’la birlikle Latin Amerika’da yaptığı beş yıllık araştırmalar, en önemli keşif gezisiydi. Haziran 1799’da yola çıkarken şunu ilan etti: “-Bitki ve fosil toplayacağım, en iyi aletlerle astronomi gözlemleri yapacağım. Yine de yolculuğumun ana amacı bu değildir. Doğa güçlerinin nasıl davrandığını, coğrafi çevrenin hayvanları ve bitkileri ne şekilde etkilediğini keşfetmeye çalışacağım. Kısaca, doğadaki uyumu ortaya çıkarmalıyım.” Tam da bunu yaptı.

Humboldt diğer birçok projenin yanı sıra, okyanus suyu sıcaklığını ölçtü ve küresel çevreyi, özellikle iklimi nitelendirmenin ve haritalandırmanın, ardından çeşitli ülkelerdeki iklimsel koşulları karşılaştırmanın bir aracı olarak, eşdeğer çizgileri ya da izotermal çizgileri kullanıp eşit sıcaklık noktalarını birleştirmeyi önerdi.

Humboldt fiziksel koşulların iklim, yükseklik, enlem ve toprak gibi yaşam dağılımını nasıl etkilediğini inceleyen ilk bilim insanlarından biriydi de. Bonpland’ın yardımıyla, And Dağlarında yüksek rakımlar ile deniz seviyesi arasında flora ve fauna değişikliklerinin haritasını çıkardı. 1805’te; Amerika’dan döndükten sonraki yıl, bu alanın coğrafyası üzerine şimdi ünlenen çalışmasını yayımladı; burada doğanın iç bağlantılarını özetliyor ve yüksekliğe bağlı bitki örtüsü kuşaklarını gösteriyordu. Yıllar sonra, 1851’de; And Dağlarındaki kuşakları Alp Dağları, Pireneler, Lapland, Tenerife ve Himalaya Dağlarındaki kuşaklarla karşılaştırarak küresel bir uygulamayı gösterdi.

Ekolojiyi Tanımlama

Haeckel de “ekoloji” sözcüğünü icat ettiğinde, bir canlı ve cansız dünya Gestalt’ı (birliği) görme geleneğine uyuyordu. Coşkulu bir evrimci olan Haeckel, 1859’da Türlerin Kökeni Üzerine’yi yayımlayarak değişmez bir dünya olarak Yer fikrini kovan Charles Darwin’den esinlendi. Doğal seçilimin rolünü sorguladı, ama hem evrimde hem ekolojide çevrenin önemli bir rol oynadığına inandı.

19. yüzyılın sonuna gelindiğinde, ilk ekoloji ders kitabı Plantesamfund’u (Bitki Ekolojisi) 1895’te yayımlayan Danimarkalı botanikçi Eugenius Warming, üniversitede ekoloji dersi veriyordu. Humboldt’un öncü çalışmalarından yola çıkan Warming, bitki dağılımının biyom olarak bilinen, büyük ölçüde bitkilerin çevreyle, özellikle iklimle etkileşimine dayanan küresel coğrafi altbölümlerini geliştirdi. (Tropikal yağmur ormanları biyomu gibi.)

Bireyler ve Topluluk

20. yüzyılın başında modern ekoloji tanımı, organizmaların dağılımını ve çokluğunu belirleyen etkileşimlerin bilimsel incelenmesi olarak gelişti. Bu etkileşimler, bir organizmanın onu etkileyen bütün faktörleri – hem biyotik (canlı organizmalar) hem abiyotik (toprak, su, hava, sıcaklık ve günışığı gibi cansız faktörler) – kuşatan çevresini
kapsar. Modern ekolojinin kapsamı bireysel organizmadan aynı türden bireylerin oluşturduğu popülasyonlara ve tikel bir çevreyi paylaşan popülasyonlardan oluşan topluluğa kadar uzanır.

Ekolojinin temel terim ve kavramlarının çoğu, yirminci yüzyılın ilk birkaç on yılında öncü ekologların çalışmalarına dayanır. Biyolojik topluluk kavramını ilk kez 1916’da Amerikalı botanikçi Frederic Clements geliştirdi. Verili bir alandaki bitkilerin zaman içinde öncü bir ilk topluluktan optimal bir doruk topluluğa uzanan bir topluluk silsilesi geliştirdiğine inanmaktaydı; doruk topluluk içinde farklı türlerin ardışık toplulukları birbirlerine uyum gösterip, bir vücudun organlarına benzer, sıkı sıkıya bütünleşik ve birbirine bağımlı bir birim oluşturur. Clements’in “karmaşık bir organizma” olarak topluluk metaforu başlangıçta eleştirildi, ama daha sonraki düşünceyi etkiledi.

Topluluktan daha yüksek düzeyde ekolojik bütünleşme düşüncesi 1935’te, İngiliz botanikçi Arthur Tansley’in geliştirdiği ekosistem kavramıyla sunuldu. Bir ekosistem hem canlı hem cansız ögelerden oluşur. Bu ögelerin etkileşimi, çevreden canlı kısma sürekli bir enerji akışı olan istikrarlı bir birim oluşturur ve bir su birikintisinden okyanusa ya da bütün gezegene kadar her ölçekte etkili olabilir.

İngiliz zoolog Charles Sutherland Elton’ın hayvan topluluklarını incelemesi, 1927’de, daha sonra “besin ağı” olarak bilinen besin zinciri ve besin döngüsü kavramını geliştirmesine yol açtı. Bir besin zinciri, bir ekosistem aracılığıyla birincil üreticilerden (karadaki yeşil bitkiler gibi) bir dizi tüketici organizmaya enerji aktarımıyla oluşur. Elton belirli organizma gruplarının besin zincirinde bir süre belli nişleri işgal ettiğini de anladı. Elton’ın nişleri yalnızca habitatları değil işgalci organizmaların geçinmek için bağımlı oldukları kaynakları da kapsar. Besin zinciri basamağıyla enerji aktarımının dinamiği, Amerikalı ekologlar Raymond Lindeman ve Robert H. MacArthur tarafından incelendi; bu ekologların matematiksel modelleri, ekolojinin öncelikli olarak betimleyici bir bilimden deneysel bir bilime dönüşmesine yardımcı oldu.

Yeşil Hareket

1960 ve 1970’lerde ekolojiye popüler ve bilimsel ilgide bir patlama, Amerikalı deniz biyoloğu Rachel Carson gibi güçlü savunucuların verdiği güçle çevreci hareketin gelişmesine yol açtı. Carson’ın 1962’de çıkardığı kitabı Sessiz Bahar, haşere ilacı DDT gibi insan yapımı kimyasalların çevre üzerindeki zararlı etkilerini belgeledi.

1968’de Apollo 8 astronotlarının uzaydan çektiği ilk Yer fotoğrafı, gezegenin kırılganlığı konusunda kamusal farkındalık yarattı.

1969’da, “Yer’in bütün çeşitliliğiyle yaşamı besleme yeteneğini güvenceye alma” misyonuyla Dünya Dostları ve Greenpeace örgütleri kuruldu.

Çevresel koruma, temiz ve yenilenebilir enerji, organik gıdalar, geri dönüşüm ve sürdürülebilirlik hem Kuzey Amerika’da hem Avrupa’da siyasal gündem maddeleriydi ve ekoloji bilimi temelinde ulusal koruma ajansları kuruldu. Son on yıllar, küresel iklim değişikliği ve bunun çevre ve birçoğu zaten insan faaliyetinin tehdidi altında olan mevcut ekosistemler üzerindeki etkisi konusunda artan bir kaygıya tanık oldu.

Alexander von Humboldt Kimdir?

Berlin’de zengin ve çevresi geniş bir ailede doğan Humboldt, Frankfurt Üniversitesinde maliye, Göttingen’de doğa tarihi ve dilbilim, Hamburg’da dil ve ticaret, Freiburg’da jeoloji ve Jena’da anatomi okudu. 1796’da annesinin ölümüyle, 1799’dan 1804’e kadar botanikçi Aime Bonpland ile birlikte Amerika’ya bir keşif gezisi için gerekli mali kaynağa kavuştu. En son bilimsel donanımı kullanan Humboldt bitkilerden nüfus istatistiklerine ve minerallerden meteorolojiye kadar her şeyi ölçtü. Amerika’dan dönünce Humboldt Avrupa’nın her tarafında ağırlandı.

Alexander Von Humboldt

Paris’e üslendi; verilerini işleyip 30 cilt halinde yayımlaması 21 yıl aldı; sonra düşüncelerini, Kosmos başlıklı dört cilt halinde sentezledi. Beşinci cilt, 89 yaşında Berlin’de öldükten sonra tamamlandı. Darwin ona “şimdiye kadar yaşamış en büyük bilim gezgini” dedi.

Önemli Eserleri:

1825 – Personal Narrative of a Journey to the Equinoctial Regions of the New Continent

1845 – 1862 – Kosmos

Biyoloji Hakkında Tarihsel Gelişmeler

MÖ 5. – 4. yüzyıl – Eski Yunan yazarlar; bitkiler, hayvanlar ve çevreleri arasındaki iç ilişkiler ağını gözlemler.

1866 – Ernst Haeckel, “ekoloji” sözcüğünü icat eder.

1895 – Eugenius Warming, ekoloji üzerine ilk üniversite ders kitabını yayımlar.

1935 – Alfred Tansley “ekosistem” sözcüğünü icat eder.

1962 – Rachel Carson; haşere ilaçlarının tehlikeleri uyarısında bulunur.

1969 – Dünya Dostları ve Greenpeace kurulur.

1972 – James Lovelock’un Gaia hipotezi Yer’i tek bir organizma olarak sunar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*