Din, Dinler ve Dinler Tarihi

Din kavramının bütün boyutlarını tam olarak açıklayan basit bir tanımı yoktur. Yine de ruhsal, kişisel ve toplumsal öğeleri kapsayan bu fenomen her yerde mevcuttur. Tarih öncesinden modern zamana kadar her kültürde ortaya çıkar, tıpkı uzak atalarımızın mağara resimleri ve ayrıntılı cenaze törenlerinde, yaşam için manevi bir amaç arayışında görüldüğü gibi.

Paleolitik dönem insanları için -aslında insanlık tarihinin çoğu için- din güçlü doğal fenomenleri anlamanın ve etkilemenin bir yoluydu. Hava durumu ve mevsimler, yaratılış, yaşam, ölüm ve öte dünya, evrenin yapısı, bütün bunları kontrol eden tanrıları ya da görünenin ötesinde, ilahların ve mistik yaratıkların yaşadığı bir dünyayı akla getiren dinsel açıklamaların konusuydu. Din ritüel ve ibadet yoluyla bu tanrılarla iletişim kurmanın bir aracıydı ve bu pratikler -bir topluluğun üyelerince paylaşıldığında- toplumsal grupları pekiştirmeye, hiyerarşileri dayatmaya ve derin bir kolektif kimlik duygusu vermeye yardım ediyordu.

Toplumlar karmaşıklaştıkça, inanç sistemleri de gelişti ve din giderek siyasal bir araç olarak daha fazla kullanıldı. Askeri fetihleri çoğu kez yenilenlerin panteonunun yenenler tarafından asimilasyonu izledi, krallıklar ve imparatorluklar, ilahlarla ve ruhban sınıflarla desteklendi.

Kişisel Bir Tanrı

Din ilk insanların birçok ihtiyacını karşıladı ve onlara yaşamlarını düzenlemek için kullanabilecekleri kalıplar sundu: ayinler, ritüeller ve tabular. Onlara evrendeki yerlerini görselleştirebilecekleri bir araç verdi. O halde din, salt toplumsal bir eser olarak açıklanabilir mi? Birçok kişi dinin bundan ibaret olmadığını ileri sürer. Yüzyıllar boyunca insanlar inançlarına karşı çıkılmasına karşı çıktı, kendi tanrısına ya da tanrılarına tapma hakkını savunmak adına zulüm gördü ya da bu uğurda öldü. Bugün bile dünyanın geçmiştekinden çok daha fazla materyalist olduğu bir zamanda, dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlası, dinsel inancın bir biçimini savunduğunu kabul eder. İnsan varoluşunun zorunlu bir parçası olan din, yaşam için dil kullanma yeteneğimiz kadar önemli görünüyor. İster yoğun bir kişisel deneyim -kutsal olanın manevi bilinci- meselesi olsun, ister önem ve anlam bulmanın, yaşamın bütün çabaları için bir başlangıç noktası sunmanın bir yolu olsun, din toplumsal düzeyde olduğu gibi kişisel düzeyde de temelmiş gibi görünüyor.

Başlangıç

En eski toplumların dinlerini, geride bıraktıkları izlerden ve daha sonraki uygarlıkların öykülerinden biliyoruz. Ayrıca Güney Amerika’da Amazon ormanları, Endonezya adaları ve Afrika’nin bazı kesimleri gibi uzak yerlerdeki izole kabileler, binlerce yıldır büyük ölçüde değişmeden kaldığı düşünülen dinlerin gereklerini yerine getirir. Bu ilk dinler doğa ile ruh arasında, insanları çevrelerine kopmaz bir biçimde bağlayan bir birlik inancı canlandırır.

İlk dinler geliştikçe, törenleri ve kozmolojileri de gelişti. Tarih öncesinin göçebe ve yarı göçebe halklarının ilk dinleri, ilkçağ dinlerine ve onlar da klasik uygarlıkların dinlerine yol verdi. Onların dini, şimdi çoğu kez “mitoloji” olarak algılansa da, bu kadim anlatı geleneklerinin birçok öğesi, bugünün inançlarında varlığını sürdürdü. Dinler uyum sağlamaya devam etti, eski inançlar kendilerinden sonra gelen toplumun dinlerine emildi ve farklı ritüellere ve ibadetlere sahip yeni inançlar ortaya çıktı.

Kadimden Moderne

Birçok dinin başladığı zamanı kesin bir biçimde belirlemek zordur, çünkü kökleri tarih öncesine dayanır ve kökenlerini açıklayan kaynaklar, çok daha sonraki zamanlara ait olabilir. Bununla birlikte bugün varlığını sürdüren en eski dinin Hinduizm olduğu düşünülür, kökleri Hindistan alt kıtasının MÖ 13. yüzyılda Veda’ların yazılmasıyla bir araya toplanan halk dinlerine dayanır. Bu Veda geleneğinden bugün Hinduizm olarak bildiğimiz çoğulcu dinin yanı sıra, Caynacılık, Budizm ve 15. yüzyılda doğan Sihizm de çıktı. Bu arada Doğu’da başka inanç sistemleri gelişiyordu. MÖ 17. yüzyıldan itibaren Çin hanedanları kendi ulus devletlerini ve imparatorluklarını kurdu. Buradan o geleneksel halk dinleri ve atalara tapınma ortaya çıktı, daha sonra onlar da daha felsefi inanç sistemleriyle, Taoculuk ve Konfüçyüsçülük ile bütünleşti.

Yunanistan’ın ve Roma’nın gelişmekte olan şehir devletleri kendi mitolojilerini ve tanrı panteonlarını geliştirirken, Doğu Akdeniz’de eski Mısır ve Babil dinleri hala yaşıyordu. Daha doğuda Zerdüştlük -bilinen ilk büyük tek tanrıcı din- İran’a yerleşmiş, Musevilik ilk İbrahimi din olarak ortaya çıkmıştı; onları Hristiyanlık ve Müslümanlık izledi.

Birçok din, inancın kurucusu olarak bir ya da daha fazla bireyin tikel önemini kabul etti: İsa ya da Krişna gibi Tanrı’nın cisimleşmesi, Musa ve Muhammed gibi vahiy gelen kişi olabilirler.

Modern dünyanın dinleri toplumdaki ilerlemelerle birlikte, bazen gönülsüzce, bazen de kollara ayrılarak gelişmeye devam eder. Özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda görünürde yeni dinler oluşmaya başladı, ama hepsi daha önceki inançların izlerini taşır.

Dinin Öğeleri

İnsanlık tarihi sayısız dinin yükselişine ve düşüşüne tanık olmuştur; bu dinlerin her birinin ayrı inançları, ritüelleri ve mitolojileri vardı. Bazılar benzer olmasına ve daha büyük bir geleneğin kolları sayılmasına rağmen, çok sayıda karşıt ve çelişik inanç sistemleri bulunur.

Örneğin bazı dinlerin birden çok tanrısı vardır; oysa bazıları, özellikle de daha modern büyük inançlar, tek tanrılıdır ve öbür dünya gibi konularda dinler arasında önemli görüş ayrılıkları vardır. Bununla birlikte, aralarındaki benzerlikleri ve farkları incelemek adına neredeyse bütün dinlerin bazı ortak öğelerini saptayabiliriz. Bu yönlere -bir dinin inanç ve pratiklerinin tezahür etme yollarına- İngiliz yazar ve din felsefecisi Ninian Smart “dinin boyutları” adını verir.

Dinleri tanımlamak ve karşılaştırmak üzere kullanabileceğimiz en aleni öğeler bir inancın vecibeleridir. Bunlar dua, hac, tefekkür, bayram, oruç, giyim ve elbette tören ve ritüel gibi faaliyetleri kapsar. Bir dinin fiziksel yanları, eşyalar, kutsal emanetler, ibadet yerleri ve kutsal mekanlar da alenidir. Dinin öznel öğesi -mistik ve duygusal yanları; örneğin bir mümin vecde, aydınlanmaya ya da iç huzura ulaşırken ya da ilahi olanla kişisel bir ilişki kurarken dini yaşama şekli- daha az belirgindir.

Dinlerin çoğunun bir özelliği de onlara eşlik eden mitoloji ya da anlatılardır. Bu basit bir sözlü öykü geleneği ya da daha gelişkin bir kutsal kitap takımı olabilir, ama çoğu kez bir yaratılış öyküsü ile bir tanrılar, azizler ya da peygamberler tarihini, dinin inançlarını gösteren ve güçlendiren meselleri kapsar. Varolan her inancın, merkezi düşüncelerini açıklayan ve geleneğin tarihini anlatan bir kutsal metin koleksiyonu vardır. Birçok durumda doğrudan ilahtan gelmiş sayılan bu metinler, ibadette ve eğitimde kullanılır.

Birçok dinde bu anlatının yanı başında, dinin felsefesini ve öğretisini açıklayan, farklı teolojisinin ana hatlarını çizen daha gelişkin ve sistematik bir öğe vardır. Bu yardımcı metinlerin bazıları kanonik statü kazanmıştır. Ayrıca davranış kurallarını ve tabuları içeren etik bir öğe ile dinin ve bütünleştiği toplumun kurumlarını tanımlayan toplumsal bir öğe de vardır. Bu tür kurallar genellikle az ve özdür, örneğin Museviliğin ve Hristiyanlığın On Emir‘i ya da Budizmin Sekiz Aşamalı Asil Yol‘u.

Din ve Ahlak

İyilik ve kötülük düşüncesi de birçok inancın temelidir ve dinin topluma ahlaki rehberlik sunma işlevi de vardır. Büyük dinlerin, “iyi bir yaşam“ı oluşturan öğelere ilişkin tanımlamaları farklıdır -ve ahlak felsefesi ile din arasındaki çizgi, Konfüçyüsçülük ve Budizm gibi inanç sistemlerinde belirgin değildir- ama neredeyse evrensel olan bazı temel ahlak kodları ortaya çıkmıştır. Dinsel tabular, emirler ve benzerleri yalnızca Tanrı’nın ya da tanrıların iradesine uyulmasını sağlamaz, aynı zamanda toplum ve toplumun yasaları için bir çerçeve oluşturup, insanların huzur içinde birlikte yaşamalarına olanak tanır. Birçok dinde peygamberlerin üstlendiği manevi liderlik rahiplere geçer. Bu durum, birçok topluluğun özsel parçası haline gelir ve bazı dinlere hatırı sayılır bir siyasal güç sağlar.

Ölüm ve Ölümden Sonra Yaşam

Pek çok din insanın ölüm kaygısını, bir tür sürekli varoluş ya da ölümden sonra yaşam vaat ederek giderir. Hinduizm gibi Doğu geleneklerinde, ölümden sonra ruhun yeni bir fiziksel biçimde vücut bulduğuna inanılır. Diğer inançlara göre ölümden sonra ruh yargılanır ve fiziksel olmayan cennet ya da cehennemde yaşar. Ölüm ve yeniden doğum döngüsünden kurtulma ya da ölümsüzlüğe ulaşma hedefi, inananları kendi inançlarının kurallarına uymaya teşvik eder.

Çatışma ve Tarih

Dinler toplumlar kendi içlerinde birbirine bağladığı gibi, toplumlar arasındaki çatışmaların kaynağı -ya da bayrağı- da oldular. Bütün büyük geleneklerde barış önemli erdemlerden kabul edilmesine rağmen, inançlarını savunmak ya da yaymak gibi bazı durumlarda zor kullanmaya izin verilir. Din tarih boyunca güçler arasında düşmanlığa bir bahane oldu.

Hoşgörü bir erdem sayıldığı halde, sapkınlar ve kafirler çoğu kez inançlarından ötürü zulme uğradı ve din Holocaust gibi soykırım girişimlerine mazeret gösterildi.

İnanca Meydan Okumalar

Dinsel inancın olumsuz yanlarıyla karşılaşan, hümanist felsefe ve bilim araçlarıyla donanmış çok sayıda düşünür dinin geçerliliğini sorgulamıştır. Onlara göre inançtan çok akla dayanan mantıklı ve tutarlı kozmolojiler vardı, aslında dinler modern dünyada yersizleşmişti. Marksizm, Leninizm gibi yeni ideolojiler dinleri, insan gelişiminin üzerinde olumsuz bir güç saydı, sonuç olarak ateist ve din karşıtı Komünist devletler doğdu.

Yeni Yönelimler

Eski dinlerden bazıları toplumun değişmesine ve bilimsel ilerlemeye ayak uydurdu ya da kollara ayrıldı. Bazıları giderek daha rasyonel materyalist ve tanrısız bir dünyada sapkın bir ilerleme olarak gördükleri şeyi kararlılıkla reddetti; Hristiyanlık, Müslümanlık ve Musevilikte köktenci hareketler modern dünyanın liberal değerlerini reddeden çok sayıda taraftar buldu.

Aynı zamanda birçok kişi modern toplumda maneviyat yoksunluğunu kabul eder ve büyük dinlerin karizmatik mezheplerine ya da son 200 yılda ortaya çıkan yeni dinsel hareketlere yönelir.

20. yüzyılın sonlarında New Age hareketinden etkilenen bazıları, kadim inançlar yeniden keşfetti ya da modern dünyayla hiçbir bağlantısı olmayan geleneksel dinlerin egzotizmine yöneldi. Yine de dünyanın büyük dinleri büyümeye devam ediyor ve bugün bile dünyada çok az ülke tam anlamıyla laik bir toplumsal hayat sürdürüyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

*

*